Gayriresmi Olarak Başka Birisi İle Yaşayan Eş, Yoksulluk Nafakası İsteyemez.

  • Post author:
  • Post category:Blog
  • Post comments:0 Yorum

Paylaşılan karar ile Yargıtay HGK ”yoksulluk nafakasının niteliği ve hakkaniyet ilkesi dikkate alındığında, davacı kadın eşin bir başkası ile gayriresmî şekilde evlendiği ve bu kişi ile birlikte yaşadığı, bunun doğal sonucu olarak geçiminin de birlikte yaşadığı kişi tarafından
karşılanması gerektiği, bu durumda kadın eşin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayamayacak şekilde yoksulluğa düşmüş olduğundan bahsedilemeyeceği gözetilmeksizin yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmiş olması doğru olmamıştır.” şeklinde karar vermiştir.

YARGITAY BASKANLIGI
Hukuk Genel Kurulu 2017/2667 E. , 2021/413 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla)

  1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 2. Asliye Hukuk
    (Aile) Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, tarafların temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk
    Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı
    direnilmiştir.
  2. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
  3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
  4. Davacı vekili 04.07.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 13.08.2007 tarihinde evlendiklerini,
    ortak bir çocuklarının bulunduğunu, davalının birlik görevlerini yerine getirmediğini, müvekkilini ve
    ortak çocuğu bir daha almak istemediğini söyleyerek davacının ailesinin yanına bıraktığını, maddi
    destekte bulunmadığını, bunun üzerine müvekkilinin TMK’nın 197. maddesine dayalı bağımsız tedbir
    nafakası davası açtığını, davanın kabul edildiğini, davalının evlilik süresince müvekkiline fiziksel şiddet
    uyguladığını, küfür ettiğini, fiili ayrılık döneminde telefon ve internet yoluyla tehdit ve hakaret içerikli
    sözler söylediğini, bununla ilgili yargılandığı gibi ayrıca sadakat yükümlülüğüne de aykırı davrandığını
    ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velayetin anneye verilmesine, çocuk yararına 500TL tedbiriştirak
    ve müvekkili yararına 600TL tedbir yoksulluk nafakası ile 50.000TL maddi, 30.000TL manevi
    tazminat ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı Cevabı:
  5. Davalı 03.12.2013 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacının birlik görevlerine yerine
    getirmediğini, sürekli ailesine gittiğini, her iş dönüşü eşini babasının evinden almak zorunda kaldığını,
    bu durumun huzursuzluk yarattığını, davacının internet üzerinden… isimli şahısla sevgili olarak
    görüşmeler yaptığını, bu sebeple …’in boşandığını, davacının sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışları
    nedeni ile boşanma dışında kalan taleplerin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
    Mahkeme Kararı:
  6. … 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 25.02.2014 tarihli ve 2013/170 E., 2014/102 K. sayılı kararı
    ile; tarafların 13.08.2007 tarihinde evlendikleri ve ortak bir çocuklarının bulunduğu, yaklaşık iki buçuk
    yıl birlikte yaşadıkları, bu sürede sürekli tartıştıkları, erkek eşin davacıyı istemediğini söyleyerek eşini
    ve ortak çocuğu ailesinin yanına bıraktığı, bu tarihten itibaren kadın eşin çocuğuyla birlikte beş yıl
    süreyle baba evinde kaldığı, sonrasında kadın eşin bir başkasıyla gayrıresmî olarak birlikte yaşadığı,
    erkek eşin de bir başkasıyla ilişkisinin olduğu, her iki tarafın da boşanmayı istediği ve kusurlu oldukları,
    evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ancak bu sarsılmaya ilk olarak eşini ve çocuğunu ailesinin yanına
    bırakıp beş yıl boyunca arayıp sormadığı gibi maddi-manevi destek olmayan erkek eşin sebep olduğu,
    sonrasında her iki tarafın da sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandıkları gerekçesiyle erkek eşin ağır,
    kadın eşinse az kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, velayetin anneye verilmesine,
    çocuk yararına 150TL iştirak ve kadın yararına 150TL yoksulluk nafakası ile 3.000TL maddi, 3.000TL
    manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
    Özel Daire Bozma Kararı:
  7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 30.04.2015 tarihli ve 2014/23026 E., 2015/8972 K. sayılı kararı ile;
    “…Hüküm davacı kadın tarafından tazminatlar ve nafakaların miktarı ve müşterek çocuk ile baba
    arasındaki şahsi ilişki tesisi yönünden; davalı erkek tarafından ise kusur belirlemesi, tazminatlar ile
    velayet yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
    1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin
    takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının tüm, davalı erkeğin aşağıdaki bentlerin
    kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
    2-Mahkemece davalı erkeğin “ağır kusurlu” olduğu kabul edilerek tarafların boşanmalarına karar
    verilmiştir. Oysa yapılan soruşturma ve toplanan delilerden; davalının istemediğini söyleyerek eşini ve
    müşterek çocuğu eşinin babaevine bıraktığı, eşine hakaret ve tehdit ettiği, başkası ile nişanlandığı;
    davacı kadının ise sadakatsiz olduğu, halen başkasıyla yaşadığı ve ondan çocuğu olduğu
    anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu
    olduğunun kabulü gerekir. Bu husus dikkate alındığında Türk Medeni Kanununun 174/1-2. maddesi
    gereğince, davacı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi gerekirken lehine maddi ve
    manevi tazminata hükmedilmesi doğru bulunmamıştır.
    3-Toplanan delillerden davacı kadının davanın devamı sırasında bir başkası ile gayri resmi şekilde
    birlikte olduğu ve halen o kişiyle yaşadığı kanıtlanmıştır. Eşler evlilik devam ettiği sürece birbirlerine
    sadakatle yükümlüdürler. Bu durumda davacı kadının yoksulluk nafakası talebinin reddi gerekirken
    yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
    Direnme Kararı:
  8. … 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 29.12.2015 tarihli ve 2015/739 E., 2015/645 K. sayılı kararı
    ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; ilk olarak tarafların boşanmaya sebep olan
    olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışlarının sayısal olarak karşılaştırılmasında erkek eşin beş kusuru
    olduğu kadın eşinse başka biriyle yaşamak şeklinde bir kusurunun bulunduğu, ikinci olarak tarafların
    kusurlu davranışlarının niteliğine bakıldığında erkeğin, eşini istemediğini söylemesi evlilikte sevgi
    yükümlülüğüne, eşini ve ortak çocuğu ailesinin evine bırakması koruma-kollama ve geçim sağlama
    yükümlülüğüne, eşine hakaret etmesi saygı yükümlülüğüne, eşini tehdit etmesi suç işlememe
    yükümlülüğüne, başkası ile nişanlanması ise sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu, kadının da
    başkasıyla yaşamasının sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu, son olarak da; ekonomik ve
    psikolojik açıdan, davalının davacıyı baba evine bıraktığı, beş yıl arayıp sormadığı, maddi ve manevi
    destek olmadığı, kadının ev hanımı olduğu ve gelirinin bulunmadığı, ihtiyaçlarının babası tarafından
    karşılandığı, davalının tüm kusurlarına rağmen davacının beş yıl beklediği, toplum düzeni ve objektif
    şartlar dikkate alındığında o ana kadar kusursuz olan kadın eşin bu kadar yıl beklemesinin
    ödüllendirilmesi gerektiği, davacının yapmış olduğu gayriresmî evliliği geçimini sağlamak zorunluluğu
    açısından değerlendirmenin yararlı olacağı, sonuç olarak dava konusu olayda davalının gerek sayısal,
    gerek nitelik, gerekse de ekonomik ve psikolojik ölçütler çerçevesinde ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle
    direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
  9. Direnme kararı yasal süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
    II. UYUŞMAZLIK
  10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık somut olayda;
    10.1. Boşanmaya sebep olan olaylarda Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık konusu
    olmayarak gerçekleştiği kabul edilen kusurlu davranışların tamamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde
    tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, buradan varılacak sonuca göre davacı eş yararına maddimanevi
    tazminat şartlarının oluşup oluşmadığı,
    10.2. Davacı eşin bir başkasıyla gayriresmî şekilde birlikte yaşamasının ispatlanmış olması karşısında
    davacı yararına yoksulluk nafakası şartlarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
    III. GEREKÇE
    A) Boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, burada varılacak sonuca
    göre davacı eş yararına maddi-manevi tazminat şartlarının oluşup oluşmadığına ilişkin olarak yapılan
    değerlendirmede;
  11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddeleri ve kavramların incelenmesinde yarar
    görülmektedir.
  12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166.
    maddesinin bir ve ikinci fıkraları;
    “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış
    olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
    Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz
    hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin
    devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar
    verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
  13. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya
    ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok
    geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma
    davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun
    gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı
    için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden
    sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini
    ispatlamak zorundadır.
  14. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak
    hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural
    olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde
    yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize
    aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem
    ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar,
    sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep
    edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak
    elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). Nitekim benzer ilkeye
    HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu
    11/03/2022 10:36 Yargıtay Bilgi Islem Merkezi Müdürlügü Tarafından Olusturulmustur. Sayfa 3
    YARGITAY BASKANLIGI
    durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının
    az da olsa kusurlu olması gerekir.
  15. Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi
    amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’ileri ve boşanmanın mali sonuçları
    yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda
    gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının “kusursuz, az kusurlu,
    eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine
    Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu
    olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye
    gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden
    kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
  16. Bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince; yerel mahkemece boşanmaya sebep olan
    olaylarda erkek eşin ağır, kadın eşin ise az kusurlu olduğu belirtilerek boşanmaya karar verilmiştir. Özel
    Daire ise boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların gerçekleştirdikleri kusurlu davranışlara göre eşit
    kusurlu oldukları gerekçesiyle kararı bozmuştur. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
    yerel mahkeme ve Özel Daire arasında gerçekleştiği hususunda uyuşmazlık bulunmayan olaylara göre,
    erkek eşin istemediğini söyleyerek eşini ve ortak çocuğu kadın eşin babasının evine bıraktığı, birlik
    görevlerini yerine getirmediği, eşine hakaret ve tehdit ettiği, başkası ile nişanlandığı buna karşılık kadın
    eşin de beş yıl ayrı yaşadıktan sonra sadakat yükümlülüğüne aykırı davranarak bir başkası ile
    gayriresmî şekilde evlendiği ve ondan çocuk sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Tüm bu hususlar birlikte
    değerlendirildiğinde; direnme kararında erkek eşin kusurlu davranışlarının kadın eşe göre her ne kadar
    sayısal üstünlüğünden bahsedilmiş ise de, kadın eşin evli olduğu halde başka bir erkekle gayriresmî
    olarak birlikte yaşadığı, hatta çocuk sahibi olduğu ve halen o erkekle yaşadığı, tarafların boşanmaya
    sebep olan olaylarda gerçekleştirdikleri kusurlu davranışlarının sayısal olarak toplamından ziyade
    eylemlerin niteliklerinin kusur durumlarını etkileyeceği gibi, kusurlu davranışların ilkini hangi eşin
    gerçekleştirdiği olgusunun da kusurların ağırlığının belirlenmesinde sonuca etkisinin bulunmadığı, bir
    başka ifade ile eşlerden birinin gerçekleştirdiği kusurlu bir eylemin diğer eşe de kusurlu eylemde
    bulunma hakkı vermediği, tarafların kusurlu davranışlarının gerçekleşme tarihi ve sırasına
    bakılmaksızın, davanın açıldığı tarihte evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olayların
    bütün olarak birlikte değerlendirilerek eşlerin kusur ağırlığının belirlenmesinin gerekmesinin karşısında,
    erkek eşin kusurlu davranışlarının kadın eşe bir başka erkekle yaşama hakkı vermediği hususu
    gözetildiğinde tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu oldukları tartışmasızdır.
  17. Hâl böyleyken yerel mahkemece, somut olaya uygun ve aynı yönlere işaret eden bozma kararına
    uyulması gerekirken erkek eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile bu hatalı kusur belirlemesine bağlı
    olarak kadın eş yararına tazminatlara hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
    B) Davacı eşin bir başkasıyla gayriresmî şekilde birlikte yaşamasının ispatlanmış olması karşısında,
    davacı yararına yoksulluk nafakası şartlarının oluşup oluşmadığı hususuna gelince;
  18. Öncelikle belirtilmelidir ki, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş lehine hükmedilen yoksulluk
    nafakası boşanma davasında verilen “boşanma hükmü” kesinleştikten sonra işlemeye başlayacaktır.
  19. Yoksulluk nafakası da boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup TMK’nın 175.
    maddesinde:
    “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer
    taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
    Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
  20. TMK’nin 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği
    konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara
    bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.;
    16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 20.06.2019 tarihli ve 2017/2-2424, 2019/751 K. sayılı
    kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını
    geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların
    “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve
    çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası
    talep edebilecektir.
  21. Ayrıca madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın
    kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Eş söyleyişle, boşanmaya sebep olan olaylarda tam
    kusurlu ya da ağır kusurlu eş lehine yoksulluk nafakasına hükmedilemeyecektir. Yine, yoksulluk
    nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki,
    boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir
    ceza veya tazminat niteliğinde olmayacaktır. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten
    istenebilmesi gerekirdi. Oysa, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası
    ödemekle yükümlüdür.
  22. Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik
    birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde,
    sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği
    sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır
    (Akıntürk, T./Ateş, D., Aile Hukuku, C. 2, … 2019, s. 302).
  23. Yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir. Yoksulluk
    nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin
    karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin
    boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka
    ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması, diğer bir ifadeyle kendi kusurundan kaynaklanmamak
    koşuluyla yoksul olmaması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve
    ahlaki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı
    zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da
    kendisini göstermektedir.
  24. Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; taraflara ait malî ve sosyal durum araştırma
    tutanakları, tanık ifadeleri, dosyada mevcut kayıtlar ve taraf beyanları, yoksulluk nafakasının niteliği ve
    hakkaniyet ilkesi dikkate alındığında, davacı kadın eşin bir başkası ile gayriresmî şekilde evlendiği ve bu
    kişi ile birlikte yaşadığı, bunun doğal sonucu olarak geçiminin de birlikte yaşadığı kişi tarafından
    karşılanması gerektiği, bu durumda kadın eşin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli
    görülen harcamaları karşılayamayacak şekilde yoksulluğa düşmüş olduğundan bahsedilemeyeceği
    gözetilmeksizin yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmiş olması doğru olmamıştır.
  25. Diğer yandan, mahkemece direnme kararı öncesi verilen ilk hüküm; davacı tarafından, ortak çocuk
    ile baba arasında kurulan kişisel ilişkinin süresi ve ortak çocuk yararına takdir olunan iştirak nafakasının
    miktarına yönelik temyiz edilmiş olup; Özel Dairenin onama kararı ile hüküm, kişisel ilişki ve iştirak
    nafakası yönlerinden kesinleşmiş olduğundan davacı vekilinin kesinleşen bu yönlere ilişkin temyiz
    itirazları incelenmemiştir.
  26. O hâlde, yukarıda yazılı bu genişletilmiş gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel
    Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup
    direnme kararı bozulmalıdır.
    IV. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile;
    Kusur belirlemesi ve tazminatlara ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen
    nedenlerden dolayı (III-A),
    Yoksulluk nafakasına ilişkin direnme kararının ise Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda
    açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı (III-B),
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086
    sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
    İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
    Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar
    düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.04.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Bir cevap yazın